21 Şubat 2015 Cumartesi

Olanı Sevmek – Byron Katie

Kaçımız hayatımızdan %100 memnunuz? Kaçımızın hayatında bizi sinir eden kişi veya durumlar var? Kaçımız geçmişten gelen düşüncelerin olumsuz etkisini yaşıyoruz? Kaçımız dümnyanın kötülüklerle dolu olduğunu düşünüyoruz? Kaçımızın hayatında korkular ve endişeler var?

Herhalde istisnasız hepimizin hayatında az veya çok bazı olumsuzluklar var. En iyi ihtimalle sadece dünyadaki savaş ve meydana gelen kötülüklerden dolayı zaman zaman kötü hissediyoruz kendimizi. Peki kendimizi kötü hissetmemizin sebebi nedir? Örneğin savaşın kötü bir şey olduğuna inanmamız. Savaşın kötü bir şey olduğuna inanmıyor olsaydık savaş düşüncesi bizi kötü etkiler miydi? Hayır. İşte Byron Katie’nin Çalışma’sı bu kadar basit bir temele dayanıyor. Tüm olumsuzlukların kaynağı aslında düşüncelerimiz. Mutluluğun anahtarı ise bizi kötü etkileyen, sınırlayan düşüncelerimizi olumlu hale çevirmek.

Bunun için Byron Katie çalışma’da 4 soru ve tersine çevirmeleri kullanıyor. Önce yapmanız gereken şey olumsuz düşüncenizi yazmanız, bu bir durum veya kişi olabilir. Örneğin “Ayşe beni sevmiyor,” gibi bir cümleyi kullanabilirsiniz. Şimdi bu düşünceye çalışmayı uygulayalım.

1.Bu gerçekten doğru mu?
Genellikle bu sorunun cevabı ‘evet,’tir, ne de olsa mantıklı olarak doğru olduğuna inandığınız bir şeyi sorgulamayı seçmişsinizdir. Hemen ikinci soruya geçelim.

2.Bunun gerçekten doğru olduğunu bilebilir misin?
Bu örnek üzerinden gidersek Ayşe bize bizi sevmediğini söylemiş olsa bile, bunu kesinlikle bilemeyiz. Bu adımda Ayşe’nin bizi sevdiğine dair üç örnek bulmaya çalışabiliriz, böylece onun bizi sevmediğini yüzde yüz bilemeyeceğimizi de görürüz.

3.Bu düşünceye inandığında nasıl biri oluyorsun?
Genellikle olumsuz bir düşünce bizde üzüntü, stress, uzaklaşma, geri çekilme gibi negatif tepkilere sebep olur.

4.Bu düşünceyi devam ettirebilmek için stressiz bir sebep bulabilir misin?
Bu düşünceye inanmak bizi üzdüğü, strese soktuğu gibi yine bizim başka negatif davranışlarda bulunmamıza sebep olabilir, dolayısıyla bu düşünceye inanmak için olumlu bir sebebimiz olamaz. Bu düşünce olmasa biz daha huzurlu ve mutlu olabiliriz.

Son adım tersine çevirmedir. “Ayşe beni sevmiyor”’un tersi “Ben Ayşe’yi sevmiyorum” veya “Ben kendimi sevmiyorum” olabilir. Duruma göre bir tersine çevirme diğerinden daha doğru olabilir veya ikisi de aynı derecede doğru olabilir.
Yazar etrafımızdaki herşeyin bizim düşüncelerimizin bir yansıması olduğunu söylüyor. Dolayısıyla belki de biz kendimizi sevmediğimiz için Ayşe’nin de bizi sevmediğini hissediyor olabiliriz, veya biz Ayşe’yi sevmediğimiz için ondan da öyle bir tepki alıyor olabiliriz.

Olanı Sevmek aslında bizim neyin daha iyi olduğunu bilemeyeceğimizi, hayatta gerçekleşen her şeyin bir amacı olduğunu ve herkesin kendi doğrusunu yaşadığını, herkesin hayatının bir amacı olduğunu söylüyor. Bu düşünceler benim hayat felsefeme de çok uygun. Yazara göre yaşam amacımız yaşadığımız hayatı yaşamak ve olanı sevmek aslında.

Yazar dünyada 3 türlü iş olduğunu söylüyor, kendi işimiz, başkalarının işi ve Allah’ın işi. Siz eğer başkasının işiyle meşgulseniz (“Ali benim sözümü hiç dinlemiyor” gibi) kendi işinizi eksik yapıyorsunuz demektir. Allah’ın işi ise kimsenin iradesinin olmadığı olayları kapsıyor.

Yazar bahsettiği çalışmanın aslında çok kolay ancak özümsemesi zaman alacak bir şey olduğunu da belirtiyor. Uygulama kolay olsa da biz kendimize bir hikaye seçtik ve buna yatırım yaptık, dolayısıyla ucunda özgürleşmek bile olsa en alttaki taşı çekmek bütün kuleyi devirecek, bu yüzden gerçeklerle yüzleşmek kolay değil, bunu kabul edip yavaş yavaş ve sürekli yapmalıyız çalışmayı.

Şimdi’nin Gücü isimli kitabın yazarı Eckhart Tolle da kitap hakkında “Gezegenimiz için büyük bir nimet. Hayatımda bu kadar kısa sürede insan hayatına etki eden bir terapi yöntemi görmedim. ‘Olanı Sevmek’ size bir anahtar sunuyor. Onu kullanın,”demiş.

Benim çok beğendiğim bir kitap oldu ama dediğim gibi özgürleşmek için gerçeklerle yüzleşmeye hazır olmalısınız, önemli olan da bu düşünceyi yaşama geçirebilmek, gerçekleri ve olanı sevebilmek. Byron Katie’nin insanlarla gerçekleştirdiği birebir çalışmaları youtube’da izleyebilirsiniz. Keyifli okumalar

16 Şubat 2015 Pazartesi

Bekleyiş - Ha Jin

Epsilon Yayınları’ndan 2001 yılında çıkmış olan kitap 358 sayfa. Çinli yazar Ha Jin’in kitabı 1999 Amerikan Ulusal Kitap Ödülü ve 2000 PEN/Faulkner Ödülü’nü kazanmış. Öncelikle biraz yazardan bahsedeyim, 1956 doğumlu Jin 1985’te kazandığı bir burs ile Amerika’ya gitmiş. Bekleyiş dışında roman, şiir ve öykü kitapları da varmış, halen Atlanta’da Emory Üniversitesi’nde İngilizce profesörüymüş.

Kitabın konusu ise şöyle; Lin Kong komist Çin’de askeri doktordur. Çok küçük yaşta evlendirilir, amaç gelinin hasta annesine bakmasıdır. Kendisinden çok büyük görünen gelin Shuyu gerçekten de Lin’in annesi ve babasına çok iyi bakar. Bu sırada Lin ise Muji şehrinde doktorluğa devam eder. Shuyu ile hemen hemen hiç ilişkisi yoktur. Bir kızları olur. Lin’in durumu hastanede de bilinmektedir. Hatta hemşirelerin çoğu da Lin’i beğenir. Lin de geçen yıllar içinde beğendiği bir kadınla aşk yaşama özlemindedir. Kendisinden çok daha genç olan hemşire Manna ilgisini Lin’e belli eder. Böylece ne olduğunu anlamadan ilişkileri başlar. Ama hastanenin getirdiği sıkı kuralların ve yasakların da etkisiyle neredeyse yüzeysel denebilecek bir ilişkidir bu. Yine de Lin Shuyu’dan ayrılıp Manna ile evlenmeyi kafasına koyar. Ancak Shuyu sözde boşanmayı kabul etse bile mahkemede sürekli reddettiği için bir türlü boşanamazlar. Kitap da temelde Manna’nın bir türlü karısından boşanamayan Lin’i bekleyişini anlatır. Bir taraftan da kominst Çin’deki zor yaşam şartlarını ve katı kuralları gözler önüne serer.

Bu arada kitabın kapağı hoş olsa da pek içeriğini yansıtmıyor. Ben kitabı genelde beğendim ama bayılmadım, eksik bir şey vardı sanki. Bunun sebebi anlatımın biraz basit ve olayların çok sade olması olabilir. Konudan ziyade o dönemdeki yaşam ilginçti. Kitabın sonu ise biraz hayalkırıklığı oldu. Kitapta yazarın inanmamızı istediği şey Lin’in olgun ve mantıklı bir adam olduğuydu, birincisi Manna’nın yaşadığı kötü olayda ona destek olamadı, ikincisi de kitabın sonunda tam bir aptal gibi davrandı, Manna’ya yaptığı tam bir haksızlıktı, hem de bu düşüncelerini o kadar soğukkanlı ifade etti ki. İşin kötüsü yazar bunu “mutlu son” olarak yazmış.
Hızlı okunan bir kitap olduğunu belirtip keyifli okumalar diliyorum:)

9 Şubat 2015 Pazartesi

Ambulansla Dünya Turu - Melida Tüzünoğlu

Yazar hakkındaki kısa bilgiyi Goodreads.com sitesinde aynen aktarıyorum;

"Melida Tüzünoğlu 1984 yılında İstanbul’da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi’nde Sosyoloji ve Film Çalışmaları lisansının ardından Budapeşte Central European University’den Sosyoloji ve Sosyal Antropoloji yüksek lisans derecesini aldı. Görsel kültür ve kolektif hafıza üzerine yazdığı tez çalışması İngilizce olarak yayımlandı. 2008 yılında Hollanda’ya giderek Universiteit Maastricht Avrupa Çalışmaları bölümünde ikinci yüksek lisansını Tanzimat Edebiyatı ve Batılılaşma üzerine yazdığı tezle tamamladı. Öyküleri ve yazıları 2002 yılından bu yana dergilerde yayımlanmakta. İlk romanı Ambulansla Dünya Turu internet sitesi idefixtarafından yapılan oylamayla 2011’in en iyi ilk romanı seçilirken, 2012’de içinde çizimlerinin de yer aldığı öykü kitabı Annem Bir Robot Doğurdu yayımlandı."

Ambulansla Dünya Turu yazraın 2008'de April Yayıncılık'tan çıkan ilk kitabı. Yukarıda bahsi geçen "Annem Bir Robot Doğurdu"dan sonra bir de bu sene Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkan "Size Müthiş Bir Yemek Hazırladım" var. Ambulansla Dünya Turu oldukça sıra dışı bir kitap, zaten yazar kitabından çok yayınlatılması için çaba harcamış bir röportajında bahsettiği gibi. Kitap oldukça sıra dışı bir tarza sahip, ben ilham verici buldum. Bir öykünün baştan sona açık bir şekilde anlatılmadığı, daha çok 'sezildiği' bir kitap, örneğin bir Picasso tablosuna benzetebiliriz bunu.

Benim algıladığım öyküde kahramanımız Melo, sevgilisi Bart ile Düsseldorf'tan Sicilya'ya beş günlük bir tatil için gider. Bize hem havaalanında, hem uçakta, hem tatilde hem de dönüşte yaşadıklarını, hissettiklerini, gözlemlerini ve fikirlerini anlatır. Ama dediğim gibi bu öyküyü daha çok 'sezebiliyoruz'. Değişik bir tarzı olduğundan kitabı herkesin sevebileceğini sanmıyorum ama sevenler de çok seveceklerdir.

Egoistokur sitesinde yazarla 2011 yılında yapılmış röportajı okumak isterseniz;
http://egoistokur.com/ambulansla-dunya-turu/

Keyifli okumalar.

resim 1: http://i.radikal.com.tr/480x325/2012/09/14/fft64_mf1117358.Jpeg
alıntı kaynağı: http://www.goodreads.com/author/show/5754626.Melida_T_z_no_lu

3 Şubat 2015 Salı

Seninle Tanışmadan Önce - Julian Barnes

İngiliz romancı Julian Barnes kendine has, incelikli ve hafif alaycı tarzıyla sevdiğim bir yazar. Daha önceden Seni Sevmiyorum, Bir Son Duygusu isimli kitaplarını okuyup paylaşmıştım. 'Seninle Tanışmadan Önce' ise yazarın 1982 yılında, diğerlerine göre daha önce yazılmış bir kitap, hatta sanırım yazarın ikinci kitabı. İsmi gibi konusunda oldukça ilginç aslında. Graham evli, 14 yaşında bir kızı olan, hayatı oturmuş orta yaşlı bir tarih profesörüdür. Bir gün yakın arkadaşı Jack'in verdiği bir partide Ann isimli hoş bir bayanla tanışır, aralarında bir ilişki başlar. Ann mesleğini henüz bırakmış bir figürandır. Sonunda Graham karısından ayrılıp Ann ile evlenir. Kısa bir süre sonra kızını götürdüğü bir filmde Ann'i uygunsuz bir sahnede izler ve bu hayatının dönüm noktası olur, çünkü bu andan itibaren karısı ile ilgili ipe sapa gelmez şüpheler yakasına yapışır. Artık hayatının en büyük düşüncesi karısının gerçekte veya perdede kimle cinsellik yaşayıp yaşamadığıdır. İlk başlarda aralarında şakalaşma konusu olan bu durum gittikçe ciddileşir. Onların tanışmalarına vesile olmuş olan ortak arkadaşları Jack ve karısı Sue da bu garip durumda kendilerine rol bulurlar.

Arka kapağını okuduğumda ilginç bulduğum bu 192 sayfalık kitap, bana aradığımı veremedi açıkçası. Julian Barnes gerçekten incelikli bir yazım tarzını benimsemiş ama zaman zaman öyle incelikli bir dil kullanmış ki ne olduğunu tam anlayamıyorsunuz. Mesela yazar önce Graham'ın perdede gördüğünü anlatıyor; filmde Ann üzerinde bir çarşafla yatakta yatıyor ve içeri gelen kişiyle aralarında bir diaylog geçiyor, ama daha sonra Graham bundan 'zina' diye söz ediyor. Bunun gibi bir kaç yerde daha benzetmeler anlamayı zorlaştırmış bana kalırsa. Tabi bunda Graham'ın zihninin işleri çapraşıklaştırmasının da payı var. Benim 'fena değil' diyebileceğim bir kitap oldu, hele de Bir Son Duygusu gibi harika bir kitabı okuduktan sonra ancak "vaktiniz varsa okunabilir," derim, keyifli okumalar:)

Bu arada benim okuduğum kapak bu değil ama Graham'ın durumunu iyi özetlediğini düşündüğüm için bu kapağı kullandım:)
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...