31 Temmuz 2010 Cumartesi

Mutluluk Projesi; Eğlence


Mutluluk Projesi’nde mayıs ayı eğlence ve boş vakitlere konusuna ayrılmış, belki de kitaptaki en uzun bölüm bu. “Kendinizi kötü hissetmemek iyi hissetmek için yeterli değildir; iyi hissetmek için nedenler bulmalısınız,” deniyor kitapta. Eğlenen insanların kendini mutlu hissetmesi diğerlerine göre 20 kat daha kolaymış. Bu arada Gretchen sayfasını ziyaret eden kişilere de onlara nelerin eğlenceli geldiğini sorup değişik cevaplar almış. Önemli bir diğer nokta da diğer insanlara eğlenceli gelen şeylerin bize de eğlenceli gelmesi gerekmediği. Bu bölümde Gretchen kendisini mutlu eden şeyleri bulmaya çalışıyor. Gerçekten de zor olan kısım bunun üzerinde düşünmek ve kendimizi kutlu eden şeyleri bulmaya çalışmak. Mesela Gretchen çocuk kitapları okumayı seviyormuş. Kendisi gibi iki kişiyle tanışmış ve bir kitap kulübü başlatmışlar, iki haftada bir akşam yemekleri için bir araya geliyorlarmış ve en hoş kısmı da, yemek menülerinde mutlaka o hafta okudukları kitapta geçen bir yiyecek oluyormuş. Gretchen’in arkadaşlarından birinin fikri de “10 yaşında sizi ne mutlu ediyorsa büyük olaslıklı şimdi de mutlu eder,”. Açıkçası 10 yaşında yapmaktan mutlu olduğum bir şey gelmiyor aklıma! Carl Jung 38 yaşındayken 11 yaşında yakaladığı coşkuyu yakalamak için oyuncak tahta küplerle yeniden oynamaya başlamış. Bu tabi ki yapılmaya ara verilmiş bir faaliyet olmalı, mesela resim yapmak bana bu şekilde farklı hissettirmeyecektir diye düşünüyorum, çünkü buna ara vermedim. Ya da oyuncak yemek takımlarıyla oynamak, şimdi de büyük boy olanlarıyla oynuyorum Gretchen’in bir diğer fikri scarpbook tarzı boş kitap projeleri. O kendisine ilginç gelen şeyleri yapıştırıyormuş defterine. Ben de küçükken dergilerde beğendiğim resimleri kesip bir dosyada saklardım. Şimdi de internette görüp beğendiğim resimleri bilgisayarımda saklıyorum. Bir de geçenler de yaptığım scrapbook projem var. Başka bir güzel fikir de yeni bir projeye başlarken bir kutuyu o projeye ilham verecek nesnelerle doldurmak, bu ilhamı bana özellikle yazı yazarken bazı şarkılar veriyor. “Bilgiyi fiziksel halde saklamak fikirleri canlı tutmaya yardımcı olduğu gibi beklenmedik varyasyonlar da yaratabilir.” Bu çok ilginç bir fikir bence!

Gretchen, “Gretchen olmak beni bir şekilde hüzünlendiriyor. Asla gece yarısı caz kulübüne gitmeyeceğim, asla bir haftasonu için Paris’e uçmayacağım veya bir sanatçının stüdyosunda sabahlamayacağım, “diyor. Burada Gretchen bazı seçimlerinin bazılarını kaçırmasına yol açtığını söylüyor. “Dünya o kadar çok şey sunuyor ki! Ve sınırlarım bunların çoğunun kıymetini anlamamı engelliyor.” Çoğu kişinin sahip olduğu bu düşünceyi ben de paylaşıyorum. Isaih Berlin “seçim yapmaya mahkumuz ve her seçim beraberinde giderilmesi olanaksız bir kaybı da beraberinde getirebilir”, demiş, Borges’in yaklaşımı ise her seçimin bir alternatif gelecekler patlaması ürettiği yönünde. Bu düşünceyi işleyen Lost gibi pek çok dizi ve film var artık. Olmak istediğimiz ve olmamız gerektiğini düşündüğümüz alternatifler arasında sıkışmamalıyız.

Araştırmalar farkında olmadan başka insanların iyi ya da kötü duygularını kaptığımızı gösteriyormuş, buna “duygusal bulaşma” deniyormuş. Bu da çok doğru.
Gretchen bir de ilgi günlüğü tutuyormuş, ilgisini çekmiş ama onlara vakit ayıramadığı konuları not alıyormuş. Bu “alışılmışın dışına çıkma” başlığı altındaki diğer bir şeyler her hafta daha önce hiç okumadığı 3 dergiyi alıp okumak ve bir koleksiyon başlatmak.

Eğlence ile ilgili diğer bir nokta, eğlencenin 3 sınıfa ayrılması; insanı zorlayan eğlence, destekleyen eğlence ve rahatlatıcı eğlence. İnsanı en çok tatmin eden zorlayan eğlence, yorucu olsa da sonuçta ortaya bir şey çıkıyor. Destekleyici eğlence genelde arkadaşlarla geçirilen zaman ve rahatlatıcı eğlence ise TV seyretmek gibi pasif eğlenceler.

Bölüm sonunda Gretchen mutluluk projesini başlatma amaçlarından birinin de kendisini zorluklara karşı hazırlamak, gerçekleştiği zaman kötü bir olayla baş edebilmek için gerekli disiplini ve alışkanlıkları geliştirmek olarak açıklamış. “Mutluluğu bankaya koyabileceğinizi düşünüyorum, yani işler yolunda giderken kendiniz ve sizi mutlu yapan şeyler hakkında bilgi edinin. Fırtına çıkıp dalgalar kabarınca elinizde en azından mutlu günlerinize ait anılarınız olur.”

26 Temmuz 2010 Pazartesi

Veda'nın Sonu

Veda’yı bitirdim, beni çok etkiledi gerçekten. Kurtuluş mücadelesi, Kemal ile Mehpare’nin aşkı, Kemal’in hayatını kaybetmesi, Azra’nın sonradan bulup kaybetmeye mecbur olduğu aşkı, kazanılan zafer, Vahdettin’in ülkeyi terk edişi ve son olarak Ahmet Reşat Bey’in kurtuluş mücadelesi için elinden geleni yapmış olduğu halde kabine üyesi olduğu için hain kabul edilerek adı idam listesinden olduğu için ülkesini, tüm sevdiklerini, her şeyini terk etmeye mecbur kalması beni en çok etkileyen kısımlardı. Kitap hem verdiği yansız tarihi bilgiler – ki bende o dönemin tarihini okuma isteği uyandırdı- hem de gelişen olaylar karşısında bütün konak halkının ayrı ayrı duygu ve düşüncelerini verebilmesi açısından benim çok hoşuma gitti. Yalnız ben mi yanlış hatırlıyorum yoksa daha sonraki bir zamana mı ait bilmiyorum ama, sanki Umut romanının başında Ahmet Reşat Bey’i şehirden ayrılırken gemiye bindirmek üzere bütün aile gidiyordu limana diye aklımda kalmış. Ayşe Kulin’in romanları oldukça duygu dolu oluyor.

21 Temmuz 2010 Çarşamba

Veda


Bayan Dalloway'i bitirdim, daha önce kitapla ilgili yazdıklarıma ekleyebileceğim yeni bir şey yok açıkçası, dediğim gibi teknik açıdan çok ilginç ve okunması gereken bir roman olduğunu düşünüyorum. Son olarak kütüphaneden Ayşe Kulin'in Veda ve Sevdalinka kitaplarını almıştım. Dün biraz vaktim olduğu için Veda'ya başladım ve neredeyse yarısına geldim. Oldukça sürükleyici. Yine bir aile hikayesi. Yazarın, daha önce okuduğum Umut isimli kitabı gibi yine Kulin ailesinin yaşadıklarını anlatan bir kitap. İstanbul'un İngilizler tarafından işgal edildiği zamanlardan bahsediliyor. Dahiliye nazırı Ahmet Reşat Bey, teyzesi Saraylı Hanım, eşi Behice, kızları Leman ve Suat, yeğeni Kemal ve Saraylıhanım'ın uzaktan akrabası Mehpare Beyazıt'taki konakta birlikte yaşıyorlar. Kitabın benim kaldığım yerinde Behice Hanım hamile olduğunu öğrendi. Herhalde Behice Hanım, Umut isimli kitapta ermeni bir gençle aşk yaşayacak olan Sabahat isimli kızlarına hamile. Daha önceden Umut'u okumuş olduğum için yetişkinlik hallerini bildiğim Leman ve Suat'ın karakterlerinin çocukluklarında da ne kadar farklı olduğunu görmek ilginç oluyor. Veya zavallı Mehpare'nin o nahoş geleceğe doğru nasıl ilerlediğini görmek... Resimde 1920'li yıllara ait Beyazıt Meydanı resmi görülmektedir. Bu arada çok değerli dostumuz Sevim Hanım'ın bana göndermiş olduğu Morris West ve Catherine Cookson'a ait 2 güzel kitabı da zevkle okuma listeme ekledim.

19 Temmuz 2010 Pazartesi

Mutluluk Projesine Devam...

Mutluluk Projesi kitabından bir bölüm daha okudum; kitaptaki Mart ayı bölümü “iş”e ayrılmış, ama bu bölüm benim mutluluğu algılayışımla ilgili şimdiye kadar en yararlı bulduğum bölüm oldu, hatta ilk defa olarak bazı yerlerin altını bile çizdim. Gretchen (yazar o kadar içten ve doğal yazmış ki ondan ismiyle bahsetmek hiç tuhaf gelmiyor), hukuk alanında başarılı ve hatta alanında yazdığı bir makaleyle ödül almış biriyken yazar olmaya karar veriyor, çünkü onun yaparken en mutlu ve rahat olduğu iş yazmakmış. Tabi bu kararı vermek kolay olmamış. “Ne olmayı düşlediğim hakkında bir fikrim var ve bu da gerçekte kim olduğum hakkındaki düşüncemi gölgeliyor,” diye yazmış. Bu benim için de geçerli bir düşünce sanırım.

Devamında “yazar olmak” (veya olmamak) konusunda ablasıyla konuşurlarken Gretchen ;”kendimi fazlasıyla hissetmek beni kaygılandırıyor,” diyor, yani kendisini her zaman en mantıklı, en doğru şeyi yapmaya zorunlu hissettiğinden bahsediyor, ablası ise ;” bu ‘mantıklı olma isteği’ sende hep vardı ve sonsuza kadar da olacak, hukuk fakültesine girmenin nedeni büyük ihtimalle buydu. Ama bunun bir sonraki işine de karar vermesine izin vermeli misin?,” diye cevap veriyor. Gretchen sonraki birkaç günde yazar olma kararını değerlendiriyor, tabi en zor kısım bu. “Kimse bildik ve alışılmış olanı benden fazla sevemez,” demiş, benim gibi:) Ama kendisini vermiş olduğu bu kararı gerçekleştirmek için zorluyor ve “pazartesi sabahları da kendisini Cuma öğleden sonraları kadar hevesli bulmasından ötürü ne kadar şanslı olduğunu kendisine hatırlatmayı unutmuyor”.

Kitaba göre mutluluğun anahtarları zorluklar ve yenilikler. “Beynimiz sürprizlerle uyarılır ve beklenmedik bir durumla başa çıkabilmiş olmak kişiye güçlü bir tatmin duygusu verir.” Sürekli olarak yaşamlarımızı kontrol altına almaya çalışırız ama bilinmeyen ve beklenmeyen de önemli birer mutluluk kaynağıdır deniyor. Bu yüzden sürprizler ve sürpriz hediyeleri çok seviyorum:) Yeni durumlar daha güçlü duygusal tepkiler doğruyormuş.

Araştırmalar sonucunda ortaya çıkan önemli bir bilgi de “kişiliğimizi oluşturan ne kadar çok öge varsa o kadar iyi” olduğu. “Çünkü bunlardan herhangi biri tehdit altında kalırsa, diğerleri alacağınız zararı telafi etmek için devreye girer.”
Başka ilginç bir nokta mutluk konusundaki 3 büyük yanılgı; bunlardan en büyüğü “ulaşma yanılgısı”ymış, bir amaca ulaştığımızda mutlu olacağımız yanılgısı, halbuki en büyük mutluluk anları amaca ulaşmadan önceki anlarmış. Aslında bana göre bu ikisi arasında pek de fark yok, iki durumda da mutluluk amaca bağlı. Ki belki bu düşünce de diğer bir mutluluk yanılgısı olan “boşultaki dünya yanılgısı”na işaret ediyor:) Bunun tanımı “gelecekteki bir amaçtan bağımsız anlık zevkin mutluluk getirebileceği inancı”. Üçüncü yanılgı ise “daha fazla mutlu olmanın mümkün olmadığı inancı” olan “nihilizm yanılgısı”ymış.

Nietzche “ulaşma yanılgısı” konusundaki düşüncesini şöyle ifade etmiş; “Bir şarkının sonu amacı değildir, ama yine de sonuna ulaşmamış olsa amacına da ulaşmamış olacaktı. Bir alegori”. Gerçekten hoş bir ifade bence, şarkı sonsuza kadar devam etse biz onun farkına bile varmayacaktık, onda bir güzellik bulamayacaktık belki. Şarkının bitmesi ise bize herhangi bir ekstra mutluluk vermese de sonlu olması onun farkında olmamızı sağlıyor.

Mart ayı şimdilik kitapta beni en çok etkilemiş olan bölüm. Sonraki ay Nisan ayı ebeveynliğe ayrılmış.

A Walk To Remember


Biraz önce “A Walk to Remember” isimli filmi seyrettim. Baş rollerde Mandy Moore, Shane West ve Daryl Hannah oynuyordu. Eski Türk filmleri tadında bir filmdi, biraz da Notebook ve P.S. I love you tarzındaydı. Bu da romandan uyarlanmış bir filmdi zaten. Filmin başları klasik asi çocuk, hanım hanımcık kız aşkı diyebiliriz. Landon (asi çocuk) kendisi gibi asi arkadaşlarıyla birlikte yaptığı kötü bir hareket sonucu okulda çeşitli faaliyetlere katılmakla cezalandırılır, bu sırada eskiden beri sınıf arkadaşı olan ama hep aynı kıyafetleri giymesi, kasabanın rahibinin kızı olmasından dolayı dine bağlı yaşam tarzıyla alay edilen bir kız olan Jamie ile yakınlaşır. O çok farklı bir kızdır, çok yardım sever, iyi ve başkalarının kendisiyle ilgili düşüncelerine aldırmayan kendiyle barışık ve inançlıdır. Bir tiyatro oyununda ikisinin baş rollerde olması nedeniyle Landon Jamie’den yardım ister, kız “bir şartla, bana aşık olmayacaksın,” der, çocuk bir anlam veremez ama kabul eder. Sonuçta ne olduğunu anlamadan çıkmaya başlarlar, rahip buna karşı çıksa da kabullenir. Kısa sürede Jamie ve Landon birbirlerine çok bağlanırlar. Jamie’nin gerçekleştirmek istediği bazı şeyler, hayalleri vardır. Landon kızın listesindeki şeyleri gerçekleştirmek için elinden geleni yapar, kız bir numaralı hayalini uzun süre söylemez ona, ancak ilk defa onu sevdiğini söyledikten sonra, bir numaralı hayalinin ölen annesi ile babasının evlendiği kilisede evlenmek olduğunu açıklar. Landon’da Jamie’nin kişiliğinden de oldukça etkilenir ve o da kendisiyle ilgili düşünmeye başlar, artık o asi işe yaramaz çocuk değildir. Tıp fakültesine gitmeyi amaçlamaktadır artık. Bir süre sonra bu bağlılığın iyice arttığını göre rahip kızına sert çıkar ve “artık ona gerçeği söylemelisin,” der. Birkaç gün sonra üniversite için nerelere başvuracaklarını konuşurken Jamie başvuru yapmayacağını, üniversiteye gitmeyeceğini açıklar, Landon buna çok şaşırırı çünkü Jamie çok başarılı bir öğrencidir, sonunda beklenen itiraf gelir, Jamie kan kanseri olduğunu, bunun ileri boyutta olduğunu ve artık tedaviye cevap vermediğini söyler. Landon yıkılmıştır, bir süre sonra Jamie hastalanır, Landon onun başından ayrılmaz, onun yıldızlara bakmaktan hoşlandığını bildiği için, kocaman bir teleskop yapar. Bu hastalık günlerinden birinde Landon kıza evlenme teklif eder, Jamie’nin bir numaralı hayali gerçekleşir, annesi ve babasının evlendiği kilisede Landon ile evlenir. Filmin ismi de anladığım kadarıyla kilisede babasının kolunda kürsüye kadar yürümelerinden geliyor. Jamie, Landon sayesinde çok mutlu birkaç ay geçirir ve ölür. Landon daha sonra tıp fakültesine girer, Jamie’nin babasıyla görüşmeye de devam eder. Landon Jamie sayesinde bambaşka bir insan olmuştur, hayatına güzel bir yön verebilmiştir onun sayesinden, Jamie de zor günlerini Landon sayesinde mutlu geçirebilmiş, onun sayesinden ölmeden önce hayalini gerçekleştirebilmiştir. “İşte hayat böyle bir şey,” diyen hoş bir filmdi.

15 Temmuz 2010 Perşembe

Bayan Dalloway


Bu kitabı aslında Saatler filminde tanıdım diyebilirim. Filmden daha önce de bahsetmiştim, aslında biraz iç karartıcı bulmuştum. Ama ordaki karakterlerden biri Virgina Woolfe'un bu kitabını okumuş ve kendisini romanın kahramanı olan Bayan Dalloway ile özdeşleştirmişti, ben bu kitabı böyle tanımıştım, sonra da merak edip okumaya karar verdim. Şu an kitabın yarısındayım. Bu kitabın özelliği bilinç akışı tekniği ile yazılmış ilk kitaplardan biri olması, ayrıca sahneler ile kişiler arasında geçişte bir kamera gibi değişik bir teknik kullanması sanırım. Kitap bize Bayan Dollaway ve bir şekilde onunla ilgili bir kaç kişinin 24 saatini anlatıyor. Ana karakterimizi Clarissa Dalloway mutsuz bir kadın diyebiliriz, Richard Dalloway ile evli ama aşkları bitmiş, Clarissa'nın cinsel tercihleri herhalde değişmiş. Diğer taraftan Peter Walsh her zaman ona aşıkmış, şimdi çok yakın iki arkadaş olsalar da içten içe sevgileri devam ediyor gibi. Aslında Peter Walsh da mutsuz ve tatminsiz, her güzel kadını beğenen, hayatta başarılı olamamaış, istediğini alamamış ve ne istediğini bilmeyen biri. Aslında Clarissa'yı sevdiğinden de emin değiliz, belki ona yaptığı evlenme teklifi kabul edilmemiş olduğu için bir tarafı hala orada takılı kalmış olabilir. Kendisi de sonradan evlenmiş ama Hindistan'da evli bir kadınla tanışıp aşık olduğu ve onunla evlenmek istediği için boşanmak istiyor. Bir de Septimus Warren Smith var, o da savaşa katılmış, orada yaşadığı bir travma sebebiyle o sırada bulunduğu İtalya'da kendisinden kaçmak için Lucrezia ile evleniyor. Birlikte İngiltere'ye dönüyorlar ama Septimus bir türlü iyileşemiyor. Kitap bence en azından teknik olarak okunması gereken bir kitap. Ayrıca karakterlerin düşünceleri çok samimi ve gerçekçi bir şekilde aktarılmış.

12 Temmuz 2010 Pazartesi

Kasabanın Şeytanları ve Bana Hayallerini Anlat

Dün,önce Bayan Dollaway’i okuma planımın aksine, kütüphaneden almış olduğum Mary Higgins Clark’ın “Kasabanın Şeytanları”nı okumaya başladım. İsmi ve kapağı bende Stephen King’in Ruhlar Dükkanı’na benzer bir şey olduğu izlenimi uyandırmıştı, ama Sidney Sheldon’un Bana Hayallerini Anlat romanının neredeyse aynısıydı. Küçükken kötü bir deneyim yaşayan kız daha sonra kişilik bölünmesi yaşar ve bir katile dönüşür.Yarısına kadar okudum ama gidişatta hiçbir değişiklik olmayınca bıraktım, vakit kaybı olacaktı çünkü. Sheldon 1998’de yazmış kitabını. Bugün de Mutluluk Projesi’nde şubat ayını okudum, bu ay evliliğe ayrılmış, yine güzel ve işe yarar öneriler var. Aslında hepimizin bildiği ama uygulamaya çok dikkat etmediği öneriler. Bu bölümde bize mutluluk veren şeyin gelişim olduğundan bahsediliyor, yani aslında amaçtan ziyade oraya varırkenki yol… Bölüm sonunda mutluluk için gözden geçirilmesi gereken 3 şey vurgulanıyor; iyi hissetme, kötü hissetme ve doğru hissetmek. Yani mutlu olmak için her zaman iyi hissetmek şart değildir; bazen kötü hissetsek de sonuçta doğru hissetmek bizi mutlu eder, bu da bence ilginç ve doğru bir tespit. Bu bölüm de ayrıca Julie ve Julia filminden bahsedilmiş, yazar “bazen bir yemek kitabındaki bütün yemek tariflerini yapmış olmak bizi mutlu edebilir,” demiş.

9 Temmuz 2010 Cuma


Yedi Yıldız Mücevheri'ni bitirdim. Daha önce dediğim gibi Drakula kadar beğenmedim ama yine de ikinci yarısından sonra ilgi çekici bir kitap haline geldi diyebilirim. Kitapta en beğendiğim kısım Mısır'la ilgili olmasıydı, bir takım gizemli olaylar, sonra Mısır'a ait gizemli mücevher ve eşyaların tasvirleri, mumyacılığa ait ilginç bilgiler, Mısır tanrılarıyla ilgili bilgileri büyük ilgiyle okudum. Özellikle kitaba ismini veren Yedi Yıldız Mücevheri oldukça ilginçti, bu mücevher büyükçe bir yakuttan skrabe şeklinde oyulmuş, içinde büyük ayı takım yıldızının 7 adet yıldızına karşılık gelen 7 küçük yıldızcık bulunan ve kitaba konu olan Kraliçe Tera'nın dirilişini sağlayacak çok özel bir taştı. Bunun yanı sıra kitabı anlatan şahıs olan Malcolm Ross ve kendisinden babasının rahatsızlığı nedeniyle yardım isteyen Margaret arasındaki aşk da kitabın farklı bir yönünü oluşturuyordu, tıpkı Dracula romanında Mina ve Jonathan arasındaki aşk gibi... Burada hem bilge hem de babacan yaşlı adam rolünde Margaret'in babası vardı, Dracula'da bu kişi Van Helsing'ti. Yalnız bu kitapta gerilim dozu Dracula ile karşılaştırılınca bence yeterli değildi ama yine de ilgi çekici bir kitaptı. Bugün kütüphaneden iki yeni kitap aldım, onlara başlamak için biraz zamanın var çünkü okumayı düşündüğüm bir sonraki kitap Virginia Woolf'un Bayan Dollaway'i...

6 Temmuz 2010 Salı

Mutluluk Projesi


Yedi Yıldız Mücevheri'nde 105. sayfadayım. Sherlock Holmes tarzında devam ediyor, ama Mısır'la ilgili olması açısından ilginç sayılır. Yine de Drakula'dan aldığım tadı alamadım diyebilirim, belki onun günlükler tarzında yazılmış olması veya ana dilinde okumuş olmam, hatta kitabın ciltli ve eski olması..:) ama yine de o roman daha sıcaktı sanki. Gerçi konu yeni yeni açıldı, giriş kısmının gereksiz yere uzun olduğunu söyleyebilirim yine de.
Bu arada Gretchen Rubin'in Mutluluk Projesi isimli çok satan kitabını okumaya başladım. Gerçekten benim hislerimi yansıtıyor, diğer insanların da aynı şeyleri hissediyor olduğunu bilmek güzel, yani herşey çok güzel ama neden yeterince mutlu değilim diye soruyor yazar, ve kendisini daha mutlu hissedebilmek için bir proje başlatıyor; buna göre yılın 12 ayından her birini, hayatındaki belli bir konuda düzenlemek yapmak, dolayısıyla sonuçta daha mutlu olabilmek için, ayırıyor. Mesela şu an Ocak Ayı: Enerji kısmını okuyorum. Gerçekten çok yerinde önerileri var; mesela enerji hem zihinsel hem fiziksel olarak ayrılmış; fiziksel enerjimizi arttırmak için daha iyi uyumak ve daha iyi egzersiz yapmak var, bunun için da bazı öneriler vermiş yazar. İkinci kısım zihinsel enerjiyi arttırmak, bunun için sürüncemedeki işleri sonlandırmak, yapılması gerekenleri bir an önce yapmak ve en önemlisi evdeki düzeni sağlamak geliyor; dolapları düzenlemek, dağınıklığı ortadan kaldırmak, atılması gerekenleri atmak gibi. Bunun için de güzel öneriler var. Kitabın oldukça pratik ve kolay okunabilir olduğunu söylemeliyim, çok hoşuma gitti. Ayrıca yazar "belki sizin hayatınızda yeniden düzenlenmesi gereken konular benim belirlediklerimden farklı olabilir, siz de kendi konularınız için bir mutluluk projesi başlatabilirsiniz" gibi bir fikir de veriyor. Bu arada blogumun sağ tarafında kendi mutluluk projenizi başlatmak için bir link bulabilirsiniz. Resimde gördüğümüz kişi kitabın yazarı Gretchen Rubin.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...